Üç Nokta


Kitap okudukça, gezip gördükçe, sorup öğrendikçe ve doğayı gözlemleyebildikçe kendimizi geliştirebiliyoruz. Bizde var olanın üstüne katabiliyoruz, kaybettiklerimizin, unuttuklarımızın yerine yenilerini koyabiliyoruz. Bizi daha çok biz yapmaya çalışıyoruz. Bir de sessizce bir köşede oturduğumuzda, ya da en umulmadık kalabalık, yoğun ortamlarda kendimizle baş başa kaldığımız o anlarda içimize, aklımıza, kalbimize ve beynimize gelenler var. Bunlar çoğunlukla karmakarışık halde olduklarından, seçmek, tertip düzen yapmak ve kelimelere dökebilmek zorluyor bizi. Kelimelere dökülmedikçe de içerdekiler birikiyor, patlama noktasına geliyor insan. Hani musluğun ucu tıkalıdır da akmaz ya, bir açılsa nasıl gürül gürül akacaksa ardındaki deryalar, bizde aynı misal musluğun ucundaki küçücük tıkanmışlıkta çok zorlanıyoruz. Ne zormuş!

Çok dolduk, taşmak patlamak üzereyiz. Tereyağından kıl çeker gibi olamıyor hiç, düşünmekle de akıl toparlanamıyor çoğu zaman. Akıl serserice oraya buraya takılıyor, yoğunlaşıp bombardıman edemiyor bir noktayı. Belki bütün stresimiz, depresyonumuz, başarısızlıklarımız bu kötü eylemden kaynaklanıyor. İrade, süreklilik, yoğunlaşma ve azim. Bunlar kalmadı benliğimizde, ancak yazıyoruz. Bedene ve akla hâkim olabilme devirleri geçti. Kimin kuklası, kimin kölesi gibi davranıyoruz? Hadi artık ama, çok yorulduk.

Beynimize, hayalimize, canlandırma gücümüze sığamayacak kadar muhteşem bir kâinatı düşünmeye cesaret edebiliyoruz, ancak atomun trilyonda biri kadar bile olmayan önemsizliğimiz ve değersizliğimizin kıskançlığında bazen de biz tembelliğe vuruyoruz işi. Olmaz ki, ne yapsak olmaz ki, başlamadan biten bir kavga yaşıyoruz kendi kendimizle. Daha ilk saniyede gözyaşı ile ıslanmış teslim bayrağı açıyoruz. Pişmanlıklarımızı ve güçsüzlüklerimizi dillendiriyoruz, itiraf ediyoruz ediyoruz içimizdeki “Aldo Bianco”lara…

Ama nedense açamadık o beyaz bayrağı, kabul edemedik, sıfırdan başlayamadık. Ortada bir yerde sıkıştık kaldık sanki. Merdivene tırmandığımız noktada, bu kadar sene sonra, alt basamaklarımız, eski yaşam ve yaşadıklarımız kırılıp, unutulup gitti. Buraya kadar nasıl çıkabildiğimize bile hayretler içindeyiz aslında. Korkudan zangır zangır titreyerek yüzümüzü yaslamışız ve bekliyoruz. Bekliyoruz… Boşu boşuna ama… Bir adım daha, hadi bir adım daha. Adım atacak güç kalmadı artık. Kafamızı kaldırıp ileriki basamaklara bakmak dahi istemiyoruz. Yıldık. Uffffff beee!..

Hem biz sıkıldık hem de çevremizdekileri sıktık. Bunun üzüntüsü de var. Bazen susalım diyoruz, tamamen susalım, bari sevdiklerimizi üzmeyelim, canlarını sıkmayalım. Çekip gidelim ya da, hem ne iyi olur değil mi? Belki kendimizden de kaçabiliriz. Yeni bir hayata yelken açalım. Yavaş yavaş, dingin dingin, huzur dolu meltemler doldursun ipek hassasiyetindeki duygusal yelkenlerimizi. Fırtınalar parçaladı zaten, paramparça olduk, kaçmazsak yakında batacak koca gemimiz, onun için haydi artık haydi. Haydi gidelim buralardan.

Kaptan? Kaptan ne diyor? Kaptan bayılmış, bitmiş tükenmiş, yazık olmuş kaptana. Hadi kaptan! Emir ver ayaklara, emir ver hemen, rotanı çiz, durma, yorgunum deme sakın, sen sadece emri ver ve sonra kaptan köşkünün arkasındaki küçük odadaki kanepenin üstüne uzan ve dinlen, ben gelip örterim üstünü. Aferin derim sana o zaman, aferin sana kaptan.

İşin en güzel tarafı ne biliyor musunuz? Yarın yine yeni bir güneş doğacak. Ne güzel! Yeni bir güneş… Güneş adil davranıyor hepimize, bunu bilmek de su serpiyor içimize. Güneşe baktığımız yer ne kadar önemliyse, üzerimize tuttuğumuz gölgelikleri kırıp güneşin tüm muhteşemliği ile iliklerimize kadar işlemesine izin vermek de o kadar önemli. O zaman o sonsuz harika muhteşemliği daha da iyice hissedeceğiz iliklerimizde değil mi? İlik ilik, ilmek ilmek işlemesine izin vereceğiz paslanalı çok olmuş gönlümüzün bilinçsizliğine…

Yarın ne olacağını kimse bilemiyor, ne güzel değil mi? Oh be, ne güzel kimse önde değil, yine herkes aynı belirsizliğe mahkûm. Sen biliyor musun yoksa? Yarın var mı? Ruhunun serbest kalış zamanı mı olacak yarın? Bedeni geride bırakıp öyle mi gideceğiz acaba? Hayır hayır. Daha çok erken değil mi? Ama dur, boş ver… Kimin için tam zamanı ki?

Bütün bunlara sebep inanılmaz ağırlık, ağır çok ağır. Hafifletmek, hafiflemek lazım, hemen ama, hemen şimdi. Yoksa binlerce kez daha basacağız art arda üç kere nokta tuşuna.

Ama durun, sinirlenmeyin hemen üç noktaya. Sevmeden yaptığınız alışkanlık, aslında size verilen ilahi bir yardım. Nasıl oldu da görebildik bunu şu anda. Şükürler olsun!

Üç noktaya dikkat etsek, üç noktayı daha çok düşünsek, basamakları önce birer, sonra ikişer, sonra da üçer üçer çıkabilecek bir dopinge sahip olabilecek iki ayağımız.

1- Bir: Her zaman sadece bir basamak yukarıya bakmalı ve o ilk basamağa sağlıklı, mutlu ve güvenli bir şekilde nasıl tırmanabileceğimizi düşünmeliyiz.

2- İki: Tek olmadığımızı, olamayacağımızı hatırlatmalı bize her zaman. Öyle başını alıp gitme düşüncelerini engellemeli. Zaten nereye gidebiliriz ki? Nereye gitsek yine bu beden üzerinde olacak bu düşünceler. Onun için ikili ilişkilerimizi acilen iyileştirmeli ve geliştirmeliyiz. Herkesi mutlu etmeye çalışan mutsuz olur lafını unutmadan, iki sayısının kıvrak ve esnekliğinde olabilmeliyiz, ya da bunu en kısa zamanda öğretmeye çalışmalıyız kendimize.

3- Üç: Sonuncu nokta en önemlisi aslında, bu işi bitiren nokta, bazen sonsuzluğa kapı açan nokta olabiliyor. Üç, yılmamayı, pes etmemeyi öğretmeli bize. Sonraki sayıyı görmeden, üç noktasında işlerimizi halletmeyi, bitirmeyi öğretmeli. Üçüncü kez denemeyi, gerekirse üçün sonsuz gücünde aynı noktada büyümeyi görmeliyiz. Sayının görseli bize kanatlanmayı, burada ve ilerilerde kanat çırpıp geri gelmeyi, üç boyutlu görmeyi, karesinde düşünmeyi anlatıyor.

Unutmayın bütün yarışlar üç rakamından sonra başlar.

Bir, iki ve üç…

Haydi bize kolay gelsin…


Like it? Share with your friends!

Ahmet Gencal
İngilizce öğretmeni. Psikolojik denemeler ve öyküler ustası. Zamanla tıpkı bir çaykara gibi arıtılıp gün yüzüne çıkan damıtılmış yaşanmışlıklarını eserlerinde kullanıyor.

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir