“Bir zamanlar yüreğinde taşıdığın derin yaralar gün gelir sana iki seçenek sunar. Ya yolundan döner geçmişinle yaşarsın ya da yoluna devam edip gününe gün ekleyip birer çizik atarsın.”
——
Yolun sonundaki sapağı geçince birden bire önüme çıkan köpek beni düşüncelere boğan anılarımdan kurtardı. Bakışlarının etkisiyle biraz tedirgin olsam da olduğum yerden bir adım geri atamadım. Ne ona doğru bir sevecenlik besledim nede bulunduğum çevreme… Çevremdeki evler bana buğulu hayaletler olarak gözüküyordu. Sanki var ile yok gibiydiler. Ama o köpeğin bakışları gerçekçiydi. Cansız bakışların etkisi her zaman canlı bakışlardan daha bir etkiler insanı. Ya da bunun tam tersi pek emin olamadım. Gözlerin ruhu olmalıydı bana göre. Ölse de gözlerin ruhu dolaşmalıydı her yerde. Gerçeğin ne olduğunu bilemem ama bu gözlerdeki canlılık yoluma devam etmemi sağladı. Arkamdan geldiğini biliyordum, yavaşça alınan deri nefesi ayakkabılarımın bağcıklarını çözmesine birer sebepti. Sanırım evimin çevresinde bu şekilde kaç kere dolaştığımızı hatırlamıyorum. Işıklar buğuluydu, gece sessiz ve soğuktu. Ağaçların hışırtısı beni boğuyordu. Benliğim; cayır cayır yanan boğazım bu hışırtılar da saklıydı. Ay ve yıldızlar benden uzaktı. Yolumu kayıp etmişliğimin sebebi de buydu. Hangi yıldıza dokunsam buğuluydu. Ay ise aydınlatırken beni, çevreme karşı görünmez kılıyordu.
—–
Sabahın erken saatleriydi. Güneş tam tepemde gözlerimi kamaştırıp uyandırmayı başarmıştı. Kaldırımın köşesinde bir umutla açan çiçeğin yanı başındaydım. Taşların arasındaki boyları birbirinden farklı çimenlerden farksız değildim. Ne kaldırımdan güç alıp ayağa kalkabiliyordum ne de gücüme güç ekleyip olduğum yerde sere serpe uzanabiliyordum. Yerde yatmanın tadı başkadır. Sert, soğuk taşların sırtını dikleştirip, kaburgalarına yeniden şekil vermesi anlatılamayacak bir şey. Tabi bağcıkları saymazsak… Onlar hep bir sorun çıkarır seni olduğun durumdan kurtarırdı.
Evin kapısında kaç saat bekledim, bilmiyorum. Kapı ziline basmaya çekinirken birileri beni görmezlikten gelip yanımdan geçip gidiyorlardı. Arkalarından bakıp kala kaldım. Beni görmezden gelenlerin bir an önce geri dönüp bana bakmaları için bir maşrapanın içindeki su olup yolları ıslatan o koyu gölge olmak isterdim. Tabi ki de güneşin yakıcı sıcaklığı hızr gibi kuruturdu o ıslak gölgeyi… Bakarlar da göremezdiler beni. Ya da bunun gibi bir şeydi sanırım.
Evin dış kapısından giren çıkan hep aynı yüzlerdi. Bazılarının karşısında durup bakınca cansız bakışlara yakalanıyordum. Gözbebekleri hareket etmesi canlı olduğuna kanıt değildi. En sonunda bende içeriye giriverdim. Bağcıklarımın sayesinde…
Arkamdan geliveren köpek – sanırım ona bir ad vermeliyim- ne kadar şanslı ki günün yemeğini kaptı, başı da okşanması cabası. Avlunun çevresinde dolanırken bakışlarım ağaçların köşesine sinen köpeğe takıldı bakışlarım.-önündekilerini iştahla yiyordu- Bana bakışları artık buğuluydu. Ona verebilecek bir ad düşünemiyordum. Adlar zihnimde buğulanıyor nedense. Neyden hoşlanırdı ne severdi ya da neyden nefret eder neye karşı sinirlenirdi bilmiyorum. Gerçi benim ayakkabı bağcıklarımdan hoşlanmıştı. Ağzından almak için çok çaba sarf etmiştim. Ona bir nevi borçluydum. Kaldırımdan kalkmama sebepti ne de olsa… Zarar da vermedi bana. Sanki verilen bir görevmişim gibi beni de düzeltiverdi. Hımm… Adı “fix” olsundu o zaman. Hiç de fena değil. Nasıl olsa onla benim aramda bir meseleydi. Çevremi süzmekten sıkıldım. Birçok ayakkabı birçok ayak bağcıkları… Ömrümde bu kadar çok ayakkabıyı bir arada görmemişimdir sanırım. Bunların üstünden nasıl geçeceğimi şaşırdım. Eğilip de kenara çekmek istemiyorum. Çünkü ayaklarım her an olduğu yer de kala kalır hareket edemezlerse ya da bu önümdeki her hangi bir ayakkabının içine girip çıkamazsam. Ya da o ayakkabının bağcıkları olursam… Bunları düşünmemeliyim şimdi.. Keşke akşam olsa da Ay beni saklasaydı.
Önümde birden bir karaltı gördüm yani yüzün olduğu kısım nasıl desem koyuydu, bir gölge gibi. Vücudu hareket halinde yanımdan geçerken bana baktı biranda. İşte o an hani nasıl desem evet gözbebekleri canlıydı ama cansızdı o gözlerin ruhu. Birinin bana böyle bakması sanırım çok özel bir duygu hissettirdi. Gözlerin ruhu cansız olabilirdi fakat çok ama çok derindi. Anlamı neydi bilmiyorum ama anlamın anlamlı olması ya da olmaması fark etmezdi. Ben o gözlerin ruhuydum. Beni gördü ve yanımdan geçti… Yere serpilen o gölge gibiydim güneş beni göstermişti. O gölgeyi kurutsa da…
Evin sonunda içine girebildim. Kocaman bir holün ortasında etrafımda dönüyordum. Karmaşanın tam ortasında idim. Her yer de insan ve her yer de ses… Evin diğer odalarına bakmaya karar verdim. Evin odaları birbirine bitişikti. Her oda aynı havayı soluyordu. Aslına bakılırsa her oda farklı olması gerekiyordu. Havayı soluğumda canlanan anılarım farklı soluktu. Sanki denizin dibine doğru batarken iki kolunu yanlara açıp nefesini dinlemek, kendini bırakmak gibiydi bu odaların ruhu… Ama sonra farklılaşıyor o odaların ruhu. Suyun berraklığı seni yutarken başının üstünde duran buğulu dalgalara bakıp iç geçirmen, Kendini su yüzüne çıkarmayı başarman gibiydi de ayrıca. Batmak ve çıkmak… Derinlere ve yüzeye…Birinde nefesini dinlersin, diğerinde ise nefesini olduğunca içine çekip dışarıya üflersin.. Sanırım bu ev benim soluğumdu…
Ne nefesimi dinlediğim odalar da kendimi bulabildim. Nede soluğumu bıraktığımda kendimi görebildim. Ayna ile karşı karşıya kaldığımda kendimi bulamamak gibi. Ya da kapının dışında duran ayakkabıların bağcıklarında kendimi bulup görmemek gibi…
Avlunun çıkış yolunu buldum da kapıdan nasıl çıkacağımı bilmiyorum. Girişim gölgeli yüz sayesinde olmuştu. Şimdi nasıl çıkacaktım? “Fix “ hala ağaçların dibinde keyfine keyif katarken ben burada sıkıntıdan patlayacaktım. Kaldırımımı özledim. Kaburgalarım çok ağrıyor üstelik.. Yine o bakışlara maruz kaldım, o canlı bakışlar…
“Fix” hareketlenip benim olduğum yere geldi. Önümde duran ayakkabıları sağa sola itiklerken benim de böylece geçiş alanım hazırlanmış oldu. Sanırım adının anlamını tersini uygulasa da bir şekilde düzgün hale sokabiliyordu her durumu. Canlı olup da cansız bir ruha sahip olmak derin etkiler bırakabilir mi? Gölgeli olan yüzde bunu anlayabilmiştim. Ama “Fix” sanırım başka bir derinliğe sahipti. Gölgeli yüze aitken “fix” de ise bağcıktım. Her an o bağcık kopabilir beni bilmediğim yerlere savurabilirdi.
Evin çevresini amaçsızca yine dolandık. Sonra Ay çıktı yıldızlar çoğaldı. Ben kaburgalarımı kaldırıma emanet ettim. Yerli yerine gelsin diye. Gün yeniden doğacak. Yine gözlerim kamaşacak. Yine her yer buğulu olacaktı. Bir umut çiçek olacaktım. Ya da bir birinden farklı boylarda uzayan çimen. Birbirinden farklı boyda olsalar da elbelt yüzsüz birileri gelip üstüne basıp geçecekti. Aynı boya gelmiş olacaktı böylece. Çiçeğe ne mi olurdu? Dalından koparım seviyor sevmiyor naraları atıp yere atardı. Gölgesiz olsunlardı onlar. Ama gölgeye haksızlık olmaz mıydı? Kaldırıma yatırıp yeniden şekil vermek gerekeceklerdi sanırım onlara….
Böylece düşüncelerimden sıyrıldım… Rüya görmüşmüydüm hatırlamıyorum.
——
Her şey bir anda oldu. Yaşlılığımın getirdiği ile götürdüğü iç içe… Hayatın zaman akışına ayak uydurdum. Benim çiziklerim çoktu bu dünyada. İyi anıların altını da çizdim, kötü anıların üstünü de çizdim. Ellerim çalışmaktan çizik çizikti. Bazıları kaderin yolu derler buna. Alnım çizik çizikti buna da kader derler. Kalbim çizik çizikti. Yaralarıyla sarmasını kalbim başka bir kalp ile öğrendi. Ruhum çizik çizikti. Ama ruhumu görmem için elimdeki bağcığı bırakmam gerekiyor şimdi. Geçmişe takılıp kaldım ileriye de gidemedim. Şimdi bir çizik daha atıp ayrılmam lazım.
——-
Yağmur yağıyor bardaktan boşanırcasına hem de…. Ayakkabılar sağımdan solumdan geçiyor. Benim ayakkabımın teki evimin kapısının önünde. “Fix” sağolsun onun başında… Diğeri ise nere de mi? Kocaman kaldırımın tam ortasında. Beni görmüyorlar. O yağmurda ter dönmüşüm çiziklerim ıslanıyor. Derim kaldırımda şekil alıyor. Bağcıklarım elimde… Gideceğim yere götüremem onu. Biraz daha bu manzarayı seyretmek istiyorum. Ayakkabımın tekini bir kenara koymalarını bekliyorum. Nafile üstüme basıyorlar ordan oraya sürüklüyorlar. Canım acımıyor. Cansız olmak belki de bu yüzden değerli. Ayakkabımın tabanındaki o çizikleri göstere göstere savruluyorum.
——
Gitme vakti. Elimde bağcıklar. Gölgeli yüz uzaktan bana bakıyor bunu biliyorum. Onun diğer yanındaki ruhuyum. Kalbim, ruhum onun… Ay ve yıldızlar daha parlak. Sabah yine güneş doğacak. Ve ben o maşrapanın içindeki su olup yerde iz bırakan bir gölge olacağım.
Uzaktan bakınca dünya ufacık bir çizik… Ben daha da uzaklaştıkça küçük bir nokta… Bağcıklarım dipsiz boşlukta.
Didem TÜRKKAN
0 Yorum