Muj Maly Andel


Üç gündür süren yolculuğu Nina’yı fazlasıyla bitkin düşürmüştü. Sabah ayazı, dinmek bilmeyen bir rüzgâr bu kış mevsiminde, yolculuğun şartlarını daha da ağırlaştırmıştı. Aralıklarla yağan yağmur yüzünden ıslanan kıyafetleri; üzerinde kurumuş, kaskatı olmuştu. Postalları çamur içinde kalmış, parmaksız eldivenlerinden görünen tırnakları kir pas içinde, simsiyah olmuştu. At arabasının tekerleklerinden gelen sesler başlangıçtaki tatlı tıngırtıdan çok uzaktı artık. Yamaçtan yukarı çıkarken tökezleyen atlar yüzünden arabanın kocaman arka tekerleği çamura batıp kalmıştı. Tecrübeli arabacının maharetli ellerine rağmen, tam iki saat; durup tamiratı beklemek zorunda kalmışlardı. Yola koyuldular.

Önünde kavuşturduğu kollarına, üzerindeki kalın haki yeşil kabanına rağmen; soğuk, Nina’nın iliklerine kadar işlemişti. Uyuklarken cama dayadığı başı, sallantı yüzünden sıklıkla önüne düşüyordu. Ayağının ucunda derisi yıpranmış köşeli kahverengi küçük bavulu; karşı koltukta da kutusunun içindeki akordeonu duruyordu. Çok sevdiği babasından kalan kıymetli akordeonu…

Yeni bir sarsıntıyla; tavşan uykusundan uyandı, çakır gözlerini açıp uzaklara daldı. Nina’nın hayatında küçüklüğünden beri müzik eksik olmazdı. Babası, annesi, küçük erkek kardeşi ve amcasıyla birlikte dedelerinden kalan hanı işletiyorlardı. Babası küçük bir çocukken Alman komşularından çalmayı öğrendiği akordeonu ustalıkla konuştururdu. Akşam yemeklerinde misafirlere neşeli melodileriyle eşlik ederken Nina da boyuna göre olan minik taburesini sahnenin önüne çekip yerini alırdı. Dirseklerini dizlerine; ellerini de çenesine dayar; babasını hayranlıkla izlerdi. Babasının ne kadar da muntazam elleri vardı. Babası da şarkıların nakaratlarını Nina’ya bakarak söyler onun da eşlik etmesini isterdi. Nina’nın çakır gözlerinden yaşlar süzülüyordu, ne kadar da mutlu bir çocukluk geçirmişti babasıyla bu handa.

Hava kararmıştı, saraya çok yaklaşmış olmalıydılar. Karanlığın içinden etrafı seçmek çok zor olsa da ormanın bin bir çeşit yeşiliyle sarmalandığını hissedebiliyordu. Nina çok sevdiği şarkılardan birini mırıldanmaya başlamıştı; nal sesleri eşliğinde; yine uzaklara daldı. Şarkı söylemeyi de babasından öğrenmişti. Sesinin güzelliğini ilk keşfeden de tabi ki babasıydı, handa şarkı söylemek çok büyülü gelirdi. Sesi yüksek tavanlara kadar çıkar devleştikçe devleşirdi. Masa örtülerini katlamak ve sofraya sermek küçük Nina’nın göreviydi. Babasının pişirdiği lezzetli etlerin; düzgün, tertemiz örtülerin üzerinde servis edilmesi gerekiyordu, bu önemli görevin bilincinde olan Nina canla başla çalışırdı. Sarı saçlarını savura savura masaların arasında gezer, şarkılar söyler, etrafa neşe saçardı. En çok sevdiği de babasının onun için bestelediği “muj maly andel” isimli şarkıydı; şu anda saraya giderken kalbinde taşıdığı…

Dikdörtgen taşlarla döşenmiş geniş yola varmışlardı. Atlar iyice yorulmuş, yavaşlamış; son bir gayretle arabayı çekmeye devam ediyorlardı. Hava aydınlanırken,  Nina da uykulu gözlerle etrafı izlemeye başlamıştı. Ne kadar da görkemli bir saray!

Avluya girdiklerinde arabacı, Nina’ya arabadan inmesi ve eşyalarını indirmesi için yardım etti ve güler yüzüyle selam verip yanından uzaklaştı. Nina uyuşmuş bacaklarının ağırlaştırdığı vücudunu esneterek eşyalarını topladı ve avluda ilerlemeye başladı. Etraf çok kalabalıktı; ülkenin dört bir tarafından gelen ziyaretçiler kralın arzusunu yerine getirebilmek için heyecanla bekleşiyorlardı. Kral konukları için yemekler, banyolar, yatakhaneler hazırlatmıştı, günlerdir merakla saraya akın eden ziyaretçilerle tek tek ilgileniyordu.

Nina, eşyalarını yatakhanesine yerleştirdi ve çekinerek dışarıdaki çorba kuyruğuna girdi. Sıra kim bilir kendisine ne zaman gelecekti. Mahşeri kalabalık coşku içindeydi. Müzisyenler, şifacılar, şaklabanlar, hayvan terbiyecileri, doktorlar, tiyatrocular sarayın avlusunda maharetlerini sergiliyordu. Acaba aralarından kim kralın arzusunu yerine getirebilecekti?

Kral Magyer uzun, kalıplı gövdesi; pos bıyıkları ve delici sert bakışlarıyla, şaşaalı kostümünün içinde tahtında konuklarını kabul ediyordu. Kralın güzel kızı Katalin çocukluğundan beri hiç gülmemiş, zaman içinde huysuz mutsuz bir insana dönüşmüştü. Kral Magyer bu duruma bir anlam veremiyordu. Katalin’in her şeyi tamdı, en yetenekli saray terzileri tarafından dikilmiş pahalı rengârenk kıyafetleri, dünyanın dört bir köşesinden getirtilen mücevherler, soylu atlar, en ünlü ressamların tabloları… Kral Magyer kızına dünyaları almıştı ama bir türlü yüzünü güldürememişti. Koskoca ülkeyi yönetebilen aslan yürekli korkusuz Kral, kızının kalbinde bir yer edinemediğinden, kızının onu sevmediğinden yakınır dururdu ayrıca bu duruma çare bulamadıkça da iyiden iyiye sinirli, yalnız bir adam haline dönüşmüştü. Bir gün mahiyetini topladı ve sorunun çözülmesini emretti. Derhal! Kralın mahiyetindeki tüm kontlar, kontesler, baronlar korkuyla gecelerce ne yapabileceklerini düşündüler sonunda ülkeye haber salıp halkı saraya davet etmeye ve şifa aramaya karar verdiler. İşte o gün bugündür saraydan ziyaretçiler eksik olmamıştı ama duruma çare bulacak birileri henüz ortaya çıkmamıştı.

İki gün de sarayın bahçesinde geçirdikten sonra sıra nihayet Nina’ya gelmişti. İhtişamlı saraydan içeri girdi; upuzun donuk karanlık koridorlar boyunca askerler eşliğinde yürüdü ve kralın karşısına çıktı. Kralın önünde saygıyla nazik bir reverans yaptı ve kaçamak bakışlarla çabukça etrafı süzdü. Kralın sağ yanında ona sırtını dönmüş oturan kızı Katalin, diğer yanında umutsuzca etrafı izleyen kraliçe, etrafta birçok asker ve soylu izleyiciler vardı.

Koca salondan çıt çıkmıyordu, Nina yavaşça akordeonunu çantasından çıkardı ve babasının bestesi Muj maly andel’i çalmaya başladı. İntroyu bitirdikten sonra billur sesiyle şarkıyı söylemeye başlayan genç kız salondaki herkesi büyülemişti. Bu içten, sevgi dolu şarkı, Ninan’nın sesiyle birleşince salonun havası bir anda değişti. Yerden tavana kadar uzanan pencerelerden içeri giren güneş ışığı, bir anda etrafı ısıttı. İhtişamlı avizelerden süzülen ışık oyunları herkesi sevgi seline boğmuştu. Şarkıdan çok etkilenen kral yerinden kalktı ve kızını kucakladı.- seni çok seviyorum kızım!

Katalin ilk defa gülümsüyordu. Salondaki konukların hepsi şaşkınlıktan dilini yutmuştu, Nina hariç. Keşke zamansız kaybettiği babası da şu anda yanında olabilseydi.

“Sıcak bir esintinin saçlarını okşadığını hissetti.”

Dilek GÜLCÜ


Like it? Share with your friends!

Dilek Gülcü
Kafası karışık, zamansızlığa hapis, kitapsever, müzikdinler, enstrumanist, yazar da çizemez, kedi annesi, çok düşünür az konuşur kurumsal hayatın içinde dünyalı bir yolcu. Şimdilik...

2 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir