“Kemal uyan, Kemal!!! .” derken kendimi yere kapaklanmış vaziyette buldum. Bir gözüm diğerini ararken diğeri Kemal’i arıyordu. “Kemal neredesin?” sorusuna kanla yutkunan öksürüğümle kendim cevap vermiştim. Her yer karanlıktı. Hiçbir şey hatırlamıyordum. Sadece bir şiir okuyordum zamana tabi olmadan, sonra olan olmuştu. “Kan ve karanlık” sahip olduğum iki uzuvum gibiydi. Ne görüntü ne de gürültü vardı. Ne gelen ne de giden. “Ben kimdim?” sorusu bile eskiyordu tüy bitmemiş sakallarımda. Sanki ışığın boynuna ip geçirilmiş gibi oda daha da karanlık oluyordu. Ben bir köşede şiirimi okuyordum yine. Bakalım ne olacaktı, hudutlar iyice mi yok olacak bir canlı için; yoksa vurdumduymazlığımla mı eğlenecektim kendi kendime?
Mırıldanmaya başladığımda anahtar sesleri çınladı kulağımda. Demek iki mısra beni kurtaracak derken kapı açıldı ve gözlerimi alan ışık topluluğuyla yansıyan tekme ve yumruklar senfoni oluşturdu adeta. Ben bir Pavarotti misali bağırırken çello da gardiyan, kemanda hapishane müdürü varmış. İyi bir orkestra olmuştuk anlayacağınız. “Sol anahtarının kafama geçmesi” ile başlayan bu senfoni sadece birkaç diş kırılması ve kırık kaburgayla sonlanmıştı. “Arkadaşım nerede?” sorusuna ise sadece gülüp geçmişlerdi. Dayak yedikçe hafızam daha da yenileniyordu ve olayları o an hatırlamaya başladım.
Kemal ile 2 gündür açtık. Aç gezerken bir fırın gördük. Fırıncıya gidip durumumuzu anlatacak ve bir ekmek isteyecektik. Ancak fırına girer girmez Fırıncı Amca tipimizi beğenmeden küfür etmeye ve vurmaya başladı. Yumruklarından biri Kemal’e geldi. 11 yaşında tüy sıklet olan birine karşı 40’lı yaşlarında “adam” denilecek birinin vurması dünyanın adaletini yine gösterir bir tiyatro oyunuydu. Yalnız bunu en ön koltukta oturup izlemek yerine başrol olarak oynamak; işte o çok can yakıyor. Kemal, adam vurunca düştü yere, ben de Allah ne verdiyse giriştim. Kendimi kaybetmişim. Sadece “sağ cebimdeki yırtık kâğıda yazdığım şiiri mırıldanırken buluyordum kendimi. Sonrasında buradayım işte. Kemal’den ses hala yok. Sadece öksüz bir lokma var boğazımda arkadaşımla paylaşamadığım ve de patlamış dudağımdan çıkan, kırık dişlerimden dökülen bir şiir.
Küfrederek kovarsın ekmek teknesine sağ ayakla giren misafiri
Kanunda mı yoksa ahlakta mı biter vicdan fidanları?
Yoksa biz mi bittik kırarken kalemi?
Baklava çalan çocukların
Ekmek ile susamış, su ile aç kalanların
Bir ferman mı gerekir hudutlardan öteye geçmek için?
Sınırda kal da doyur gözlerini
Fare kapanları çoğalsa da
Lafügüzaf kalmaz mı farenin kurduğu tuzak?
Söylesene, baytar can acıtırken dilsize
Sağır kalmak ne de hoş gelir senfoninin bestecisine
Matematiğe hayran bıraktırsa da hesapların
Toplaya toplaya kimselerin hakkını
Çıkardın her bir tüyü bitmemişin gözyaşını
0 Yorum