Ferfecir Saatler


Issız bir sokakta,
Sessizliğe muhtaç yürüyorum.
Rüzgar, ruhuma dokunup usulca uzaklaşıyor
Sevgiye olan hasretimi sezmiş gibi.
Yürüyorum sessizlik girdabına doğru…
Hasretinden ruhumu yaralayan,
Gözyaşlarımın dâhi akmasına fırsat vermeyen kafamın içinde savaşlar çıkaran
Sessizlik bu mu?
Oysa ne denli özlem duydum sana!
Duygulara tahammül edememeyi
Hatta ve hatta kendi düşünceme bile kılıç çektirmeyi başaran o muazzam duygu sen miydin?


Gecenin en karanlık anında odama düşen ufak bir ışığa bakarak yazıyorum bunları. Gecenin en karanlık anı mı olur demeyin sakın. Elbette olur. İnsanlara açamadığınız dertlerinizi geceye açarsınız, göz yaşlarınız usulca yanağınızı okşar, gülüşlerinizi rafa kaldırıp ruhunuzu açarsanız. İşte tam o an gece vakti, ceketinin düğmelerini ilikler ve sessizliğe hayran olan sizin, önünüzde saygı ile eğilir. Kolay değildir tek başına kalıp düşüncelerini seyretmek. Ya derin yaralar açar ya da eline bir iğne alıp oturur karşınıza. Öyle narkoz falan da bilmez pek. Canınızı acıta acıta diker o yarayı. Sonra mı? Sonrası aranızda bir sır olur, konusu açılsa bile fısıltı ile sohbet edersiniz.

Saat ilerliyor… Geçmişin rafları sanki deprem anında kalmış gibi sallanıyor. En arka raflara itelediğiniz bir kitap usulca yere düşüyor. Sayfalar değil de sanki yakarışlar dökülüyor yere. Ayağınızın ucu ile usulca kenara itip geçiyorsunuz. Ne tekrar alıp kaldırmaya ne de açıp okumaya haliniz var. İleride zar zor gözüken ama yerini ezbere bileğiniz masaya oturup, ruhunuzdan bir sayfa koparıp yazmaya başlıyorsunuz. “Sevgili kalbim, bugünde ruhları acı çekerken, bedenleri gülen; çaresiz yaratıklar ile vakit geçirdim. Mutluluğunu haykıran ama  gözyaşlarının fısıltısına hapsolmuş bu insanoğluna çok acıyorum.” Sayfaları katlayıp, usulca halıyı kaldırıp, altına iteledikten sonra bir ağrı hissediyorsunuz. İşte yine aynı şey! Ne zaman kalbime değil de, masayı, aklıma koysam ve orada bir şeyler yazsam bu oluyor. Kalbim dayanıyor da mantığım en ufak şeyde baş kaldırıp, isyan başlatıyor… Doktorumun da dediği gibi acı çekmeye alışmış olan bu bünye nasıl olur da güçsüzlüğü kabul eder. Ah doktor hanım, durmadan soruyorsunuz ya hani, güçlü durmaktan yorulmadın mı, diye. Evet, yoruluyorum doktor… Sanki ruhum fazla geliyor, bedenim ise yük. Bir çıkmazdayım ve sokağıma ışık bile doğmuyor.

Ya tutun çıkarın beni bu hayattan ya da bırakın mutsuzluğumda filizlenip gideyim. İnsanlara tahammül etmeye ne halim ne de vaktim kaldı doktor…

Dilan Erdoğan


Like it? Share with your friends!

İncetezat Edebiyat
Kişisel yazılarınızı bize göndererek sitemizde yer almasını ve daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. https://www.incetezat.com/misafir-yazarlik/

2 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir