Posta Kutusundaki Mızıka-İnceleme


Kitabın Yazarı: A. Ali Ural

Yayınevi: Şule Yayınları

Yayın Tarihi: Kasım 2014

Kitabın incelenme sebebi: Yıllar önce okuduğum ve çok keyif aldığım bu kitabı, kütüphanemde gezinirken tekrardan ele alma isteği ve siz değerli ince tezat okuyucularına dilimin döndüğünce anlatma hayali. “Hayal” kelimesi her ne kadar kulağa garip gelse de -evet- bu kitap bir hayal barındırıyor, bir mektup gibi. Hadi gelin, bu mektubu beraber açıp hayallere dalalım.

Posta Kutusundaki Mızıka’nın konusu: Aslında konu tek kelime ile özetlenebilir: “Dost”. Neden mi dost? Çünkü bu yazıların hepsi “sevgili dost” mührüyle damgalanmış olup hayattan kareler, dersler, dosta özlem barındırıyor. A. Ali Ural dostuna duygularını, düşüncelerini, kışı, baharı, özlemi, hasreti bir mektuba sığdırarak anlatıyor. En önemlisi de yazma duygusunu biz okuyuculara adeta vurguluyor. Bir bankta, vapurda bile mürekkebimizin meramını anlatması gerektiğini, bahanelere sığınmamamız gerektiğini, kâğıt parçasının mürekkeple dost olduğunu, onların da bizler gibi dertleşmesi gerektiğini üstü kapalı bir şekilde anlatıyor. Konu aslında sevgili dostlar, biziz. Biz ve mürekkebimiz, biz ve susan kağıdımız, kalemimiz. Kısacası hayatımız.

Kitabın kendi alanı içindeki yeri ve önemi: Posta Kutusundaki Mızıka’nın önemi, okuyucuların hayatlarına karşı farkındalığını artıracak mektupları barındırması. Eğer yazmaktan çekinirseniz, çekinmeyin; sadece yazın. Vapurda, bankta… Sadece yazmakla sınırlı kalmayıp ayrıca farkında olmadığımız hayatımızın değerini de kendimize sorgulattığını da düşünüyorum. Bu sebeple bu kitabın diğer kitaplardan kendini ayıran özelliği: hayatı daha bilinçli bir şekilde yaşamamıza gayret gösterdiğidir. Evet, adeta bir gayret var. Yazarın da dediği gibi, “sevgili dost…”

Yazarın Biyografisi: 1959’da Samsun Ladik’te doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Ankara’da tamamladı. İlk şiiri Maveradergisinde çıktı (1982). Yükseköğreniminin ardından bir süre editörlük yaptıktan sonra Şûle Yayınları’nı kurdu. 1989’da Merdiven Sanat isimli aylık bir sanat dergisi çıkardı. 24 sayı çıkan bu derginin yanı sıra Kitaphaber isimli iki aylık bir kitap-kültür dergisi yayınladı. Yayın yönetmenliğini de yaptığı bu dergilerde şiir, öykü ve makalelerini yayınladı. Ural’ın yayınlayıp yönettiği dergiler arasında bir şiir ve poetika dergisi olan MerdivenŞiir de bulunuyor (2005–2007).

2006-2012 yılları arasında Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul şube başkanlığını yapmış olan A. Ali Ural, bir dönem de Şehir Tiyatroları Repertuar Kurulu üyeliğinde bulundu. 2011 yılından itibaren FSMVÜ’de “Özgün Yazarlık” ve “Yazılı ve Sözlü Anlatım”; 2017’den itibaren İstinye Üniversitesi’nde “Yazılı ve Sözlü Anlatım” dersleri vermektedir. 2012 yılının şubat ayında birinci sayısı çıkan ve edebiyat ağırlıklı bir sanat dergisi olan Karabatak’ın genel yayın yönetmenliğini yapan Ural’ın “Hızırla Kırk Saatin Kurgusal Yapısı” konulu bir yüksek lisans tezi bulunuyor.

ESERLERİ

Şiir:

Körün Parmak Uçları (1998)

Kuduz Aşısı (2006)

Gizli Buzlanma (2013)

Mara ve Öteki Şiirler (2017)

Öykü:

Yangın Merdiveni (2000)

Fener Bekçisinin Rüyaları (2011)

Deneme:

Posta Kutusundaki Mızıka (1999)

Makyaj Yapan Ölüler (2004)

Resimde Görünmeyen (2006)

Güneşimin Önünden Çekil (2007)

Satranç Oynayan Derviş (2008)

Tek Kelimelik Sözlük (2009)

Ejderha ve Kelebek (2010)

Bostancı Bahane (2010)

Peygamber’in Aynaları (2015)

Bisiklet Dersleri (2017)

Tercüme-Araştırma:

Divan / İmam Şâfiî’nin Şiirleri (2002)

ÖDÜLLERİ

Ejderha ve Kelebek (2010 TYB DENEME ÖDÜLÜ)

Gizli Buzlanma (2013 TYB ŞİİR ÖDÜLÜ)

Uluslararası Abdullah Tukay Büyük Şiir Ödülü (2015 TATARİSTAN- KAZAN)

(https://www.suleyayinlari.com/product/search/yazar/a-ali-ural)

Özet: Posta Kutusundaki Mızıka bir mektubun, zarfın önemini belirtiyor. “Bir zarfı açmak kadar kalbi titreten ne vardır. Zarf mahremiyettir, mahrem olmasa da satırlar. Bir köşeye çekilinir, yalnız okunur mektuplar (sayfa 7).” İşte bu kitap ‘sevgili dost’ mührüyle bir zarf barındırıyor. Bu kitap özetl,e bir zarfı açmaktır ya da kendi deyişiyle: Posta kutusundaki mızıka unutulan mektubun kefaretidir.” Francesco Petrarca’nın ifadesiyle: “Kulübeye gece geç vakit döndüm. Bir an önce ve aklıma geldiği gibi bu mektubu yazmak için evin kuytu bir köşesine çekildim. Çünkü mektubu başka bir zamana bıraksaydım, yerin değişmesiyle belki duygularım da değişecek ve yazma arzum yok olacaktı.” Bu ifade dahi bir mektuba neler sığabildiğini, yerin ve zamanın değişmesiyle dahi mürekkebin hedefini de şaşıracağını gösteriyor biz okurlara. Mektuplar kimi zaman devlet işlerinde bir emir, kimi zamansa dert, sevinç habercisi olmuşlar. Cicero (ki kendisi mektup türünde en büyük usta olarak kabul edilir.), Eflatun, Domeston ve hatta Mozart (Kendisinin yazdığı 3000’e yakın mektubunda gizliymiş müziğin sırrı), Van Gogh (tablolarının gerçek öyküsü) sanatlarını icra ederken mektuptan etkilenmiş. Kitabın sayfalarında ‘sevgili dost’ ibaresi gözümüze çarparken hayattan dersler de aldırmayı ihmal etmiyor A. Ali Ural. Örnek olarak da:O kayıkla odama gelen Kızılderili, şimdi kütüphanemin rafında. Üzerinde bir bez parçası var yalnız. Ellerini havaya kaldırmış bağırıyor; ihtiyaçlarını ne kadar azaltırsan o kadar hür olursun, diye. İşte, bir Kızılderili’nin gözünden bambaşka bir dünya bize sunulmuş. Aslında bir istiğna (az ile yetinme) kapıları açılmış, günümüzde bunu çoktan unutmuş olan bizlere. İmam Şafii’de burada bizlere hayat dersi veriyor:

Sabah sabah insanını denedim dünyanın

Cimrilikle dolu deriler yürüyordu

Başka bir şey göremedim

Sonra kanaat kınından bir kılıç çektim

Keskin tarafıyla onlardan

Ümitlerimi kestim” (Sayfa 14)

Ayrıca açgözlülük, farklılık noktalarına değinen kitap, kalıplaşmış duygularımıza da şu şekilde isyan ediyor: Hürriyet, istememekse, neye çağırıyor bu reklam panoları? Bizi diğer insanlardan (ya da insanların daha az imkâna sahip kısmından) farklı kılacak bir ayrıntı nasıl oluyor da gözlerimizi ışıldatabiliyor? Pahalı paltolarla ısıtılan bedenlerimiz, acaba çıplak ruhları için nasıl bir giysi öneriyor?” (Sayfa 17)

Sevginin de kimlere verilmesi gerekliliği hakkında Stewan Zweig’a danışılmış ve bakın, nasıl da cevaplamış Stewan Zweig: “Ancak kaderin tokadını yemiş kendine güvenlerini yitirmiş, hor görülmüş, çirkin yaradılmış olanlara sevgi gerçek bir destek olur. Yalnız böyleleri bilir sevmeyi, sevilmeyi; şükran duygularıyla, alçak gönüllülükle sevmek gerektiğini ancak onlar bilir.” Yani sevgili dost, bil! Bil ki kimin çirkin, kimin güzel, kimin hayatın tokadını yemiş olduğuna ve böylece sevmeyi, sevilmeyi öğren. Öğren ki cevizin kabuğunu kır ve içine, özüne, ruhuna ulaş. Kitap Peygamberimizden de şu sözleri ödünç almış ve sevginin önemini adeta haykırmıştır: İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. Sizden biriniz kendisi için sevdiğini Müslüman kardeşi için de sevmedikçe (istemedikçe) gerçek mümin olamaz”, “Size aranızdaki sevgiyi artıracak bir şey söyleyeyim mi, selamlaşınız”, hediyeleşin ki aranızdaki sevgi artsın.” Kitapta “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” diyen Yunus Emre ve düşmanın attığı taştan değil de dostun attığı gülden incinen Hallac-ı Mansur’a da bir selam olsun diyerek yer verilmiş. Erdem, sabır ise Schiller’e sorulmuş ve o da demiş ki: “Bir insanın erdemi, tehlike saatinde belli olur.” (Sayfa 35) Ve böylece Sevgi, Erdem gönül duvarımıza çivilense de duvarı çatlatacak hatta yıkacak bir doğruluk da bahsedilmeden geçilmiyor: ‘ÖLÜM’. Yazar bu davetsiz ama kaçamayacağımız randevuyu sayfa 50’de şöyle belirtiyor:

Yâsin” yani “Ey İnsan!”

“Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Önden gönderdikleri işleri ve bıraktıkları eserleri yazarız. Zaten biz her şeyi apaçık bir kitap olan Levh-i Mahfuz’da sayıp yazmışızdır.” (Yâsin 12) ayetini okurken Zeyd bin Sabit’in Enes bin Malik’e söylediği şu sözü hatırladım: “Ey Enes! Bilmez misin adımlar yazılıyor!” Montaigne ise: “Ölümün bizi nerede beklediği belli değil, iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim,” diyerek insanın istese de gecikemeyeceği en önemli randevusunu hatırlatıyor. (Sayfa 50) Montaigne’in yanı sıra Hazreti Ömer’in bu davetsiz randevuyla ilgili davranışından da habersiz bırakmıyor yazar. Hazreti Ömer, her sabah kapısına vurup “Ölüm var ey Ömer! Ölüm var” demesi için adam tutuyor. Günümüzde ise maalesef kelepir daireler, kelepir arsalar için emlakçı tutuyoruz. Sanki hiç gitmeyecekmişiz gibi, sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi! Ölümü de hatırladıktan sonra yazar bizi Heriodes’e götürüyor. “Cahiller bütünü yarımdan çok sanır.” diyerek paylaş, paylaş, açgözlülük etme diyen amcamızla karşılaştırıyor yazar. Paylaşmak nasıl bir şey? Bunu gerçekten başarabiliyor muyuz? “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” derken kol düğmelerimizi takmış oluyoruz da icraata geçiremedikten sonra o gömlek iliklenmiş oluyor mu sizce de? Paylaşmayı unuttuk ama hâlâ yaşıyorsak bunun bir sebebi sizce de yok mu? (Yazardan bağımsız olarak ele alınan düşünceler) İşte Ali Ural bize ‘sevgili dost’ diyerek hadi sevelim, sevilelim, paylaşalım diyen yazarlardan, filozoflardan, peygamberimizden bahsediyor. Tabi ki de bir hayat hikayesi değil; lakin hayattan kareler posta kutusundaki mızıka da sanki tekrar gözlerimizin önüne geliyor.

Kitabın Hedef Kitlesi: Kitabın kitlesi sevgili dost, sevgili dostlardır. Sevmeyi, sevilmeyi, paylaşmayı, ölümü, erdemi, sabrı kendisine dert edinen ve bir ömür boyu bunun dermanını arayan insanlardır. Peygamberimizi, Molla Cami’yi, Heriodes’i, Montaigne’i, İmam Şafii’yi, Yunus Emre’yi kendine bir yoldaş, bir dost olarak hayatına katmaya çalışanlardır, hedef kitlesi.

Kitapta Kullanılan Dil: Gayet akıcı ve anlaşılır bir dil kullanıldığını söyleyebilirim. Bilmediğimiz bir sürü yazarın kullanılan dil ile haklarında yeterince bilgi edinmemizi sağlayan rahat bir dil kullanıldığını söyleyebilirim.

Kitap Dışı Kapak Tasarımı: Kapak tasarımına gelecek olursam kitaptaki karganın arka kapaktaki yazıyla bağlantılı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. “Sevgili Dost! Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi. Kuş sesleri dediğimde aklına karga sesleri gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmediğinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette.” diye devam eden bu arka kapak yazısı bu bağlantıyı net bir şekilde ortaya koyuyor.


Like it? Share with your friends!

Batuhan Ulaş
Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olup şu an avukat olarak çalışıyorum. Mesleğimden ziyade edebiyata daha meraklıyım. Edebiyatın insanı insan yapan değerlerden biri olduğunu düşündüğüm için bu sitedeyim.

2 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir