Mektuptaki Gizem


Ağaçlar, dereler, tepeler, dağlar, ovalar kardan soyunmuştu. Aylardır üzerindeki giysisinden arınmanın bedeli biraz ağır olacaktı.

“Ya bir daha buralara kar yağmazsa?”

İçinin sıcaklığıyla gelen kelimeler cama yapışmıştı.

Bırakmanın ne kadar acı olduğunu bir kâğıt parçasıyla annesinden öğrenmişti.

Geçen seneler ona yüzyıllar gibi gelmişti. Yüzündeki derin çizgiler buna şahitti.

Yuvasıydı burası. Annesi minik serçeydi. Ürkek, kırılgan…

Her şey tuzla buz olduğundan beri iki katlı ahşap evin üst katına çıkamamıştı. Sağda solda, orada burada büyümüştü. İnsan yedi yaşından yetmiş yaşına hemen gelir mi? Fatoş, hemencecik gelmişti ve o yıllara koca bir ömür sığdırmıştı.

“Hayat mevsim gibidir kızım, sen şu an ilkbahardasın. Evlenince yaz ve kış, yaşlanınca sonbahar olacaksın.”

“Anne, peki sen nesin şimdi? Yaz mı kış mı?”

“Sonbaharım, kurumuş bir ağacım, bitik bir kadınım.” diyemedi. Evladına taşıyamayacağı kadar ağır kelimeleri söyleyemedi.

“Yazım tabi ki baksana, güneş gibiyim.” Yalancı gülümseme yerleştirdi cümlesine. Çok gülmezdi.

“Acaba babam ne?”

İyi ki kapı çaldı. Çünkü cevaplayamayacağı bu soruya söyleyebileceği tek cümlesi yoktu. Karşı komşusu ve çocuklarını görünce sevindi. Minik bir ev ziyareti herkese iyi gelmişti.

Akşam vakti hava iyice çıldırmıştı.

Her çocuğun korktuğu acı uğultuyu Fatoş çok severdi. Rüzgârın konuştuğunu, ona bir şeyler anlattığını söylerdi. Annesiyle beraber yatağa uzandı. Dışarıdan gelen seslerle uykuya daldı. Evladının alnına öpücük kondurarak kalktı. Yıllardır taşıdığı onca yükten ötürü omuzları hep çöküktü. Kâğıda bir şeyler yazmaya başladı. Her sözcükten sonra durdu, nefesler aldı. Çok konuşmazdı, gülmezdi, sadece yazardı. Yine ona yazıyordu. Başka kime yazabilirdi ki? Geçmeyen yarasına, dinmeyen acısına haykırmadıklarını kâğıda ilmek ilmek işliyordu. Annesinin son yazısı olduğunu bilmeden derin uğultular içinde Fatoş rüyalar âleminde dolaşıyordu. Neler yazdığını bir defa babası okumuştu, bu yazıyı da yıllar sonra kendisi okuyacaktı.

O gece rüzgâr, Fatoş’a annesinin çok uzaklara gideceğini fısıldamıştı. Küçük bir çocuk için bu dayanılmaz şeydi. Üstelik babası da dönmüyordu. İki katlı evin tek katına hapsolmuştu. Artık rüzgârdan, fırtınadan korkuyordu. Hiçbir sesi dinleyemiyordu. O zamandan sonra bir daha üst kata çıkma cesaretini bulamamıştı.

Hayatının sonbaharının son günlerine geldiğini hissediyordu Fatoş. Yıllar sonra ilk defa o gece rüzgârı dinlemek istedi. Rüzgâr, bu gece sadece ona fısıldıyordu. “Üst kata çık, hayatını bu hâle getiren öyküyü öğren.”  

Çiçekli yemenisinin altından çıkan kar beyazı saçlarını düzeltti. Titreyen elleriyle merdivenin demirlerini korkarak tutup yukarı çıktı. Annesinin son gece yazdığı zarfı kolayca buldu. O zamanlar okuma yazma bilmediği için okuyamamıştı. Sonra da cesaret edememişti. Yıllardır ara ara rüyasına giren odayı toplama sahnesi gözünün önüne yine geldi. Yatağa oturdu.  Tozlu boy aynasına baktı. Önce kendi yüzünü gördü. Ardından annesinin sesi yılların kasvetini aydınlattı.

“Ruhum, bak önümüzden çok uzun zaman geçti. Ay bizim için doldu, güneş bizim için doğdu ve ben senin hep karşı kıyındaydım.

Dayanamaz oldu bedenim, ruhum. Ben ömrümde ilk defa her şeyden çok seni istemiştim. İlk kez her şeyden vazgeçip senin olmayı seçmiştim. Bir bilseydin içimdeki kendini…

Kavuşamadık seninle… Sen, beni paramparça edip gittin. Ben de parçalarımı toplamak için evlendim. Bir kızım oldu. Hani hep seninle konuşurduk ya kızımız olursa adı “Fatma” olsun diye. Yapmadım “Fatoş” dedim ona.

 Kocam da terk etti beni, kızımla yapayalnız kaldık.  Yazdıklarımı okumuş. Sana itafen yazdıklarımı… Onu aldattığımı düşünüyor. Üstelik kızım babasının yurtdışında çalıştığını ve birkaç sene sonra geleceğini zannediyor.

 Bugün aldım haberini göçmüşsün bu dünyadan… Önce içimde derin acı ardından da ferahlama hissi… Ben sana kavuşacağım ve bizim hikâyemiz bir şekilde aynı bitecek. Bu gece yanına geliyorum. Kızımı bırakarak üstelik…”

Ayağa kalkarak aynaya baktı. “Yıllardır çektiğim kimsesizliğin sebebi bu muydu anne? Bak şimdi senden daha yaşlıyım, yalnızım. Küçük yaşta omzuma neden bunları yükledin? Keşke bu odaya girme cesaretini yılları önce bulsaydım. En azından kendimi suçlamazdım. ‘Acaba annemi çok mu üzdüm ondan mı beni bırakıp gitti.’ diye çocuk aklımla kendime acı çektirmezdim. Keşke önce bunları okuyup nefret etseydim senden.”

Derin bir nefes aldı ve içinde var olan tüm nefesi bırakarak o da annesinin yanına gitti.

Birdenbire kar bastırdı. Kışın son oyunlarıydı bunlar. Ardından başka diyarlarda herkes için tertemiz bir bahar ve yaz…

İlknur Gök GÜLTEKİN


Like it? Share with your friends!

İncetezat Edebiyat
Kişisel yazılarınızı bize göndererek sitemizde yer almasını ve daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. https://www.incetezat.com/misafir-yazarlik/

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir