Menekşe Kokulu Kadınlar


Bağırıyordu yine avazı çıktığı kadar Zeynep, ciğeri sökülüyordu sanki dudaklarının arasından. Gençliği, bedeni, her yanı kayıp gidiyordu ellerinden, engel olamıyordu. Bütün duvarları paslı o küçük evin en küçük odasında görümcesi ellerinden tutmuş, kayınvalidesi Zeynep’i çırılçıplak soyup kanepeye yatırmış ve ucunu açıkta bırakıp kopardığı kabloları onun cinsel organına sokuyordu. İçi sökülüyordu sanki Zeynep’in, kendinden geçmiş titriyordu vücudu, tüm bedeni kasılıyordu. Bu esnada kapı çaldı, o saniyede görümcesi ve kayınvalidesi Zeynep’i orada öylece bırakıp gittiler içeri. Zeynep’in uyuşmuş vücudu kasılırken zoraki ağır adımlarla, bir karınca kadar sessiz yürüyerek çıktı odadan, kendini sığınağına kilitledi, bir köşeye yığıldı öylece. Kocaman yeşil renkli gözleri solmuş, küçülmüş, ağlamaktan şişmişti, çıkık yanakları çökmüş, kırmızı kalın dudakları ısırmaktan yara bere içinde kalmıştı, uzun kumral saçları pislikten karışmış, düğüm olmuştu. Güzelliği çürümüştü sanki, her geçen saniye daha da kötüleşiyordu. Kendini, her yanı küf tutmuş, açık yeşil renkli, mermerden yapılmış, iki kişinin aynı anda hareket edemeyeceği kadar küçük sığınağına kilitlemişti. En büyük sığınağının küçücük bir tuvalet olacağını bilmeden gelmişti bu eve. İtiraz kabul etmeyen, kızının fikirlerini sormayan babasının, onu bu vahşi dünyaya atıp evlendirmesinin üzerinden henüz 1 ay geçmemişti. Kocası Ömer’le birlikte onun annesi ve ablasıyla da evlendirilmişti aynı anda. 17 yaşındaydı henüz Zeynep, dünyanın kötü bir yer olduğunu bir yıl önce annesini, babasının şiddetlerine bağlı beyin travmasıyla kaybettiğinde öğrenmişti. Tek dayanağı ablası Emine olmuştu o zaman da. Kendisini en çok onun yanında huzurlu hissederdi. Ama babası, annesinin ölümünden bir yıl bile geçmeden evlendirmişti onu da 45 yaşındaki Yusuf’la. Yusuf’un yalnızlığını gideren tek şey Emine’ydi, ondan olacak hiç dövmemişti onu, işkence de etmemişti. Zeynep, ablası kadar şanslı olamamıştı. Kocası Ömer henüz bir şey yapmamıştı ama onun yokluğunda oğullarını aslında başka bir kızla evlendirmek isteyen annesiyle ablası hınçlarını alıyorlardı ondan, Ömer’e karşı koyamamanın hırsını Zeynep’ten çıkarıyorlardı. Ömer Zeynep’i görüp beğenmiş, babasından istemişti. Seçim şansı olduğundan dövmemişti karısını, o her şeyi yakıp yıkan eller henüz kalkmamıştı Zeynep’e. Ama geldiği günden beri işkence görüyordu Zeynep. Söyleyemiyordu Ömer’e, ölmekten korkuyordu. Her insan gibi yaşamanın ağırlığının altında ezilirken bile ölüm fikri onu hep korkutmuştu. Bir çözüm arıyor, kaçma planları yapıyor hemen yakalanmaktan korkuyordu. Polisi aramaktan da çekiniyordu, gelip konuşurlar ve Zeynep’i o evde bırakırlarsa, hiç düşünmeden öldürürlerdi oracıkta. Bir çare bulup kurtulmalıydı bu evden. Dayanamıyordu. Vücudunun her yeri ağrıyor, parmak uçları bile sızlıyordu artık. O gece telefonla sığınağına gidip Emine’yi aradı. Emine gecenin bir saatinde telefonun çalmasıyla fırladı ayağa titreyerek. Açtı; “Alo, Zeynep, ne oldu ablam, çok korktum.” diye sıraladı sorularını, Zeynep titrek ve sessizce konuşuyordu; “Abla, kurtar beni, şeyime elektrik veriyorlar, ölüyorum abla.” dedi ağlayarak ve kapattı telefonu, hemen göğsünün altına soktu, sifonu çekti şüphelenmemeleri için. Yatağına döndü ama gözüne uyku girmiyordu. Uyuduğunda hemen sabah olmasından korkuyordu. Günlerce dayandığı bu eziyete daha fazla dayanacak gücü kalmamış, ağlıyordu sessizce. Ilık gözyaşları yastığını ıslatıyordu. Gün doğmasın, yarın olmasın diye yalvarıyordu Allah’a. Telefonun ucunda kalan Emine ne yapacağını şaşırmış Yusuf’u uyandırmıştı; “Allah rızası için bir şey yapalım, ne olursun yardım et, öldürüyorlar kardeşimi.” diye bağırıyordu. Yusuf; “Dur dur, sakin ol, düşünelim.” dedi. Bu esnada Emine’nin televizyonda gördüğü kadına şiddet hattı geldi aklına, 24 saat hizmet verdiklerini de duymuştu, hemen aradı ezberinde kalan o kolay numarayı; “Alo, buyurun.” dedi bir kadın sesi, kadife gibiydi, güven veriyordu, Emine durmadı bir saniye bile; “Reklamı televizyonda gördüm. Kardeşimi öldürüyorlar. Cinsel organına elektrik veriyor kaynanası, kız aradı beni şimdi, ölüyorum diyor ağlıyor, kurtarın onu ne olur.” dedi bir çırpıda. “Hanımefendi, lütfen sakin olun. Öncelikle konumunuzu öğrenebilir miyim?”, “Van’dan arıyorum ben. Çatak köyündeyiz. Allah rızası için bir şey yapın.” diye yalvarıyordu. “Anlıyorum hanımefendi. Ancak biz yalnızca Ankara ili sınırları içerisindeki kadına şiddet olaylarına müdahale edebiliyoruz.” Dedi kadın; “Biz kadın değil miyiz? Ne yapacağım ben, nasıl kurtaracağım kardeşimi. Eğer onu bu gece o evden çıkarmazsanız yarın ölüsünü ben çıkaracağım.” Dedi yüreği yakarcasına, sessizlik oldu bir anda. Telefonun ucundaki kadife sesli kadın susmuş, bir çare aramaya başlamıştı; “Tamam hanımefendi, şimdi kapatın telefonu ben elimden geleni yapacağım. Açık adresi lütfen mesaj olarak atın bana.” dediği anda Emine’nin gözleri parlamış, kalbi daha da hızlı çarpmaya başlamıştı; “Allah senden razı olsun, Allah ne muradın varsa versin sana güzel sesli kadın.” dedi ve kapattılar. Kadife sesli kadın öyle çok etkilenmişti ki, bir şeyler yapmazsa vicdanının sesi bütün ömrü boyunca rahat bırakmayacaktı onu, hemen ulaşabileceği üst mercilerle telefon görüşmesi yaptı ve Van İli Emniyet Müdürü’ne ulaştı; “Alo, buyurun.” dedi müdür, “Müdürüm gecenin bu saatinde uyandırdım, rahatsız ediyorum, kusura bakmayın. Ancak ilinizde bir şiddet olayı mevcut, bize ulaştılar, kadın ölmek üzere, kardeşi sabaha ölüsü çıkar diyor, biz Ankara içi çalışıyoruz. Ancak ben bu duyduklarımdan sonra başımı yastığa rahatça koyup uyuyamayacağıma emindim. Size ulaştım. Şimdi o kadını kurtarmak sizin elinizde. Eğer siz hiçbir şey yapmadan uyuyabilecekseniz, iyi geceler. Ancak bir şeyler yapacaksanız adresi telefonunuza açık olarak gönderdim, olayın bilgisi ve ihbarda yine yazılı olarak telefonunuzda mevcut.”, “Anladım hanımefendi.” dedi ve gözleri dolu dolu kapattılar telefonu. Bir saniye bile düşünmeden her yeri harekete geçirdi emniyet müdürü; “Bu işi bu gece çözün.” Diye verdi emrini.

Zeynep yatakta ağrılarla ve ağlayarak geçirdiği yaklaşık üçüncü Saate girmişti ki etraf aydınlandı birden mavi ve kırmızıyla. Neye uğradığını şaşırmıştı, öyle çok yakarmıştı ki Allah’a, gerçek olup bir daha günün aymayacağını zannedip korkusundan kıpırdayamadı bile; “Tövbe estafurullah. Bu ışıklar ne?” dedi içinden ve yumdu gözlerini, aynı anda yumruklarla çalmaya başladı evin kapısı, Zeynep heyecanlanmaya başlamıştı, içi titriyordu. Bir yumruk sesinin daha önce kulağa bu kadar huzurlu geleceğini o da tahmin etmemişti. Ömer kalkıp, koşarak açtı kapıyı, açılmasıyla içeri girdi polisler, hemen Zeynep’i aldılar evden, Ömer’i, annesini ve ablasını da kelepçelerle bindirdiler arabaya. Zeynep hala inanamıyordu kurtulabildiğine, arabada güleç kadın memur yanına oturdu; “Kurtuldun, ablan bütün Türkiye’yi ayağa kaldırmış.” dedi ve gülümsedi. Zeynep öylece baktı önce memurun gözlerinin içine, sonra yaşlar süzülmeye başladı yanaklarını yakarak. Uzun zamandan sonra ilk kez mutluluktan ağlıyordu, ilk kez böylesine güvende hissediyordu kendini. Sarıldı memura; “Allah sizden razı olsun, iyi ki varsınız.” dedi. Önce hastaneye götürüp rapor aldılar, sonra karakolda ifadesini verdi ve tüm işlemler bittiğinde kimsenin bilmediği, bambaşka bir şehre, adresi olmayan bir kadın sığınma evine götürdüler Zeynep’i, yerleştirildi oraya. Uçuk pembe duvarlarla boyanmış, kadın ve çocuklarla dolu, koca bir eve girdi. Yorgunluğu, acıları, çaresizliği her yanından belli oluyordu, hemen odasına aldılar Zeynep’i. 10 kişilik bir koğuştu, beyaz çarşaflı yataklar yan yana inci gibi dizilmişlerdi, gece olduğundan tüm kadınlar uyuyordu huzur ve güven içinde. Başını yastığa koydu sessizce; “Allahım şükürler olsun.” dedi ve en güvenli uykusuna daldı. Sabah seslerle uyandı, bir kadın yanaştı yanına, zayıf, göz çukurları içeride, çizilmiş gibi bir burnu vardı; “Günaydın, gece getirmişler herhalde seni, hadi iyiysen uyan, kahvaltı yapılacak, kaçırma.” dedi. Zeynep başını sallayıp kalktı yatağından. Her yer kadın ve çocuk doluydu, gülüşmeler, kahkahalar, sessizce oturanlar, ağlayanlar, çeşit çeşitti kadınlar. Ama hepsinin gözlerinden güven ve huzurun ışıltısı hissediliyordu. Zeynep uzunca baktı hepsine, güç kokuyordu sanki etraf, mücadele diye çınlıyordu duvarlar. Her birinin bir acısı vardı, şiddet görmüşlerdi, tehditler alıyorlardı, kan davalarının öldürülecek isimleriydi. Ama ölmeyeceklerdi, savaşıyorlardı, sonsuz bir gayretle hayata tutunmaya çalışyorlardı. Kısa zamanda alıştı onlara, artık yeni sığınma yeri burasıydı, bir tuvaletten çok daha fazlasıydı, “Birbirlerine destek olmuş, elele vermiş kadınlardan daha güçlü ne olabilir ki?” diye düşünmeden edemiyordu. Bir de ablasını düşünüyordu hep, hiç aklından çıkarmıyordu onu. Birkaç hafta sonra ablasını arattılar; “Alo, ablam.”, “Zeynep, kuzum nasılsın? Çok merak ettim seni, iyi misin?”, “Ablam, iyi olmaz mıyım hiç. Sen benim hayatımı kurtardın.”, “Yok ablam, ben değil, o güzel sesli kadın kurtardı, bak numarasını vereyim sana. Ayağa kaldırmış her yeri, Allah ondan bin kere razı olsun.”, “Âmin, evet ver arayayım onu, şimdi iş aramaya başlayacağım abla burada.”,  “Tamam yavrum, aman kendine dikkat et, gelme buralara. Aldılar içeri bunları, bir Ömer dışarıda, sen şikâyetçi olmamışsın ama o da dağıldı tabi.”, “Deme bana onlarla ilgili bir şey, ne halleri varsa görsünler. Ben hayatıma bakacağım.” dedi. Kısa zamanda da buluştular ablasıyla.

Zeynep’in hayatının dönüm noktasıydı o gece, o kurtuluş. Çok çalıştı, her işi yaptı, hiç gocunmadı yaptıklarından. Öyle ki en son garson olarak çalıştığı ev yemekleri yapan ünlü bir lokantanın işletme müdürü yaptılar Zeynep’i, garsonken her işe öyle çok koştu, öyle çok kendini gösterdi ki, sanki onun yeriymiş gibi tüm eforunu bu işe adadı, sonunda başardı. İşletme müdürü oldu, iyi paralar kazanmaya başladığında da sığınma evine veda etti. Ama kadınlara bir söz verdi; “Hepimiz için çalışacağım. Güzel günler göreceğiz.” Lokantanın hemen yanında küçük ama huzurlu bir kiralık eve çıktı. Her gün işe gidip geliyor, saatlerce büyük bir zevk ve şevkle çalışıyordu. Az da olsa ablası Emine geliyordu yanına, Yusuf bile gelmişti onu ziyarete. Bir tek babası gelmiyordu, uzaktan olanları duyuyor, kızıyordu ona karşı geldiği için içten içe. Ama Zeynep hiç affetmeyecekti onu, alevlerin içine bir an bile düşünmeden atmıştı kızını, hiç acımamıştı. Zeynep de şimdi onu düşünmeyecekti. Tek düşündüğü hayallerini nasıl gerçekleştireceğiydi. Lokantanın sahipleri evli bir çiftti, aile gibi olmuştu onlarla, bir gece kapanışta gitti yanlarına; “Hayırdır Zeynep’ciğim bir sorun yok inşallah.”, “Yok abla, olur mu öyle şey, Metin abimde gelsin, sizinle bir şey konuşmak istiyorum.”, “Hayrolsun bakalım.” dedi ve kocası Metin’i çağırdı; “Geldim Ayfer.” dedi Metin. Zeynep ikisini de karşısına aldı ve anlatmaya başladı; “Zor şeyler yaşadım. Siz benim sığınma evinden sonra ayakta durmamı sağladınız. Minnettarım size. Ama şimdi bir hayalim var. Ben bir dernek kurmak istiyorum. Kadınlar için çalışmak, onlara elimi uzatmak istiyorum. Yol göstermek istiyorum, şehir şehir eğitimler verilsin istiyorum. Onları kurtarmak, dertlerine çare olmak istiyorum. Kendilerini çaresiz hissetmemeleri için öğretmek istiyorum. Bir işe yaramak istiyorum.” dedi heyecanla. Ayfer’le Metin’in gözleri dolu dolu onu dinlediklerini fark edip; “Ne oldu? Kötü bir şey mi söyledim?” dedi Zeynep endişe içinde.  “Olur mu yavrum öyle şey. Aksine öyle güzel şeyler söyledin ki, seninle gurur duyuyoruz. Mutluluktan bu halimiz.” Dedi Metin. “Tabi yaşlandık biz, böyle duygusal şeyler söyleme bize.” Diye ekledi Ayfer ve güldüler birlikte. “Tamam ne gerekiyorsa biz senin sonuna kadar arkandayız, her şeyi yapmaya hazırız.” Dedi Metin. Zeynep bunu duyduğu an boyunlarına atladı hızla; “Ay deli kız, dur. Sen her şeyi başaracak güçtesin. Bir saniye bile şüphe duyma bundan. İnanıyorum. İstediğin her şeyi yapacaksın.” dedi Ayfer güven verici bir tonda. Zeynep her yerden araştırmaya başladı kısa zamanda, hem lokantayı boş bırakmıyor, hem de her boşluğunda binlerce telefon görüşmesi yapıyordu. Metin’le Ayfer’in de çevresini kullanarak kısa zamanda açıldı Zeynep’in hayallerini kurduğu derneği. Dernek adresi Zeynep’in evi olmuştu, salon kısmını kalabalık grupları oturtabileceği şekilde düzenlemiş yan yana bir sürü sandalye koymuştu. Kapının girişine kocaman bir tabela asmışlardı, “Menekşe Kokulu Kadınlar Derneği” hoşgeldiniz.

Gönüllülük esasıyla eğitimler verilmeye başlandı, hocalar, akademisyenler, avukatlar hep yanında olmuşlardı Zeynep’in. Bir yıl boyunca gezilmedik yer bırakmamışlardı birlikte. Yavaş yavaş herkes duymaya başlamıştı, televizyonlarda gösteriliyordu. Durmadan soruyor, okuyor, öğreniyor, her geçen gün kendini daha çok geliştiriyordu. Zeynep hayatını, tüm gücünü adamıştı bu işe. Dernekten kalan zamanını lokantada geçiriyordu. Yine Metin ve Ayfer’in yanında oturduğu esnada telefonu çaldı; “Alo, Zeynep Hanım, rahatsız ediyorum ama bir konu vardı.”, “Buyurun lütfen.”, “Ben Türk Kadınlar Dernekleri Federasyonundan arıyorum. Bu yılın önder kadın ödülünü siz kazandınız. Sizi ödül törenimizde görmek bizi gururlandıracaktır.” dedi. Zeynep’in yüreği kanatlanmış, havalara uçmak üzereyken telefondaki kadını hatırladı; “Birden ne diyeceğimi bilemedim kusura bakmayın ne olur. Tabi büyük şeref. Orada olacağım.” dedi ve kapattı telefonu. Metin’le Ayfer’e baktı ve birden lokantanın içinde zıplamaya başladı, sevinç çığlıkları atıyor, gözleri parıl parıl parlıyordu. Metin ve Ayfer neler olduğunu anlayamadığından; “Kızım ne oldu söylesene, delirdin yine.” dedi Ayfer. “Bana ödül veriyorlar, önder kadınmışım ben ablam, bir işe yarıyormuşum demek ki.” Diye bağırıyordu. Ağlayarak kucakladılar onu; “Canım kızım, bir sürü şey yaptın, emek gösterdin, kadınlar umutla doldu. Tabi ki yarıyorsun işe sen.” dedi Metin. Bir yanda gururlanan, çocuksuz ama sonradan kızlarına kavuşan Metin ve Ayfer, diğer yanda yaptıklarıyla kadınların yüreğine güneş gibi doğan Zeynep öylece baktılar uzun uzun birbirlerine. Sessizliği Zeynep bozdu; “Abla, peki ben ne giyeceğim?” bu soruyla herkes sakinleşip kahkaha attılar ağız dolusu. Birlikte kıyafet düşünmeye başladılar hemen. Yerlere kadar uzanan, belinden daralan, aşağı doğru serbestçe akan, V yaka, küçük robadan kollu, koyu yeşil bir elbise seçmişti Zeynep, gözlerinin güzelliğini daha da ortaya çıkaracak ama doğanın rengiyle güven ve umut saçacaktı etrafına. Tüm alımıyla gitti ödül törenine, adı okunduğunda kalbi duracaktı sanki heyecandan, her yeri titriyordu, çenesinin titremesini hissediyor, durduramıyordu kendini. Ama konuşmak zorundaydı, ağır adımlarla çıktı sahneye, ona bakan binlerce gözle karşı karşıyaydı şimdi, hepsi kadındı, söyleyeceklerini duymaya ihtiyaçları vardı, mikrofonun önüne geçti, derin bir nefes aldı, hayatının en derin ve heyecanlı nefesiydi bu;

“İyi akşamlar herkese, bacaklarım titriyor, düşersem lütfen kusuruma bakmayın. Zeynep ben, Van’ın küçük bir ilçesinde iki kız çocuğu olan, annesini, babasının şiddetleri yüzünden kaybetmiş bir ailenin küçük kız çocuğuyum. 17 yaşında görücü usulü evlendirildiğim evde cinsel organıma elektrik verildi, büyük işkenceler gördüm. Bir gece dayanamayıp ablamı aradım. Canım ablam kurtardı hayatımı, birde o ulaştığı Ankara’da yaşayan hiç görmediğim kadife sesli kadın. Ona minnettarım. Kadın sığınma evinde geçirdiğim günlere minnettarım. Bana güven ve huzuru hissettiren, yeniden ailem olduğunu hatırlatan Ayfer ablamla Metin abime minnettarım. Onlar olmasaydı bugün burada olamazdım. Menekşe Kokulu Kadınlar da olmazdı. Çok kadınla karşılaştım bu süreçte ve emin olduğum bir şey var. Biliyorum. Güç bizim içimizde. Biliyorum mücadele ruhumuzda var. Çaba akan kanımızın içinde biliyorum. Önemli olan bunu fark etmek. Bunu fark edelim diye buradayım. Kadın olarak, güvenli, huzurlu ve dilediğimiz gibi bir hayat yaşamamız için sonuna kadar mücadele etmeye hazırım. Ama her anımda size ihtiyacım var.  Ne olur ellerimi bırakmayın. Birlikte başaralım. Dünyayı istediğimiz gibi bir yer haline getirene kadar, kanımın son damlasını harcamaya hazırım. Her şey için, bu parıldayan, bana umut veren güzel gözlerinize teşekkür ederim. İyi ki varsınız. İyi ki varız.” Zeynep konuşmasının sonunda sahnenin ortasına geldi, salon ayağa kalkmış, kulakları çınlatan alkış sesleriyle dolmuş ve ona umutla bakan gülen gözlerle sarılmıştı etraf. Televizyonun başında, ablası, Yusuf, babası, Ömer, kadife sesli kadın, Ayfer ve Metin’de izliyorlardı onu. Gördükleri karşısında göz yaşlarını tutamadı Zeynep.  Şimdi herkes mutluluk ve gururdan ağlıyordu, babası bile…

                                                                                                                                             Gökçe ATABEK


Like it? Share with your friends!

Gökçe Atabek
Av. Gökçe Atabek sır saklama yükümlülüğüne sadık kalarak 5 gerçek hayat hikayesinden ilham aldığı 5.5 isimli romanın yazarı. Gökçe, “Yazmak benim için bir tutku, üretmekse toplumda farkındalık yaratmak için küçük bir kıvılcım.” diyor. Ona göre tek bir kişi bile dünyayı değiştirebilir.

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir