“İz bırakmadan, sessizce öleceğim. Evet, yanlış duymadınız, bir toz bile bulamayacaksınız arkamda. Herkes gibi dünyanın cömertliğini sömürüp, toprak altına götürmek istemeyeceğim. Yahut tam tersi, bir çaresini bulup kendi varlığını dünyada bırakmak, isminin bir müddet sonra takma olduğunu unutup kitlelerce zihne kazımak, kurulu düzeni değiştirmek, söz söylemek, hükmetmek isteyen herkesin aksine bir kırıntı dahi iz bırakmayı hayal etmeyeceğim. Sizden rica ediyorum, bu hususta benim yanımda olunuz. Ne bu sözlerim ne de geçmişte ağzımdan çıkmış herhangi bir laf hatırınızda kalmasın. Belki birkaçınıza zor gelecek ama evet, sizden beni unutmanızı istiyorum! Doktorumla yaptığım son görüşme bana, bu ricada bulunabilme fırsatını sağladı. Bu yüzden mutluyum. Kocaman bir amfi dolusu yüze bakıp nasıl soluklaşacağımı hayal edebilirim. İçinizde duygusal davranıp hep aklınızda kalacağımı düşünenler varsa ki var olduğunu görüyorum, hafızanın yanılabildiğini, ne isterseniz ona inanma imkânınızı sizlere hatırlatmak isterim.
Bir şey daha. Lütfen beni yanlış anlamayınız. İz bırakmadan gitme isteğim aksini yapanları takdir etmediğim anlamına gelmiyor. İnsan ne olursa olsun varlığını kanıtlamalı. Ve siz, boş yere burada eğitim almıyorsunuz. Hepiniz birer çığır olacaksınız. Bu beklenti, size emek veren herkesin hakkıdır. Ancak beni saymayın. Ben hiçbir zaman sizden biri olmadım, şimdi de değilim.”
Semra hocadan tedirgin bir kararlılıkla savrulan kelimeler, amfinin havasında rastgele turlayıp birer kasvet kisvesine büründüler ve aniden erken çöken kış karanlığını getirdiler. Bu fırtınayı, öğrencilerin iliklerini sarsan şiddetli korkuyu fark eden hoca, özrünü sunmak için gülümsedi. Doğrusu Mona Lisa’nın yarım tebessümü belirdi dudaklarında. Ve öyle benzerdi ki aslına Da Vinci’nin eseri üzerinde çalışırken tam şu andan esinlenmesi ihtimalini düşünmeden edemedim. O saniyeden itibaren bütün dikkatimle uzun uzun gözlerine baktım. Kalabalığın arasında bir an o da iç içe geçmiş odalarca derinleşen gözlerini bana dikti. Belki yalnız rastladı, belki başka bir gözde ayağı takıldı da benimkinde düştü. Gerçeği bilmiyorum. Öğrenecek kadar zamanım da olmadı. Yalnız, ben bir anahtar gibi baktım ve o da kapılarını açmama izin verdi. Buğulu gözlerinde oda oda ilerledim.
“Ben sizden biri değilim.”
Gitmekten korktuğunu gördüm ilk anda. Ve bir o kadar da kalmaktan.
Artık havayla temas etmek istemeyen ciğerlerine derin bir nefes doldurdu. Anında acıyla öksürmeye başladı. Herhalde ki sözlerinden daha samimi gerçeklere ulaşmamın paniği ile çok da düşünmeden çekmişti acıyı içine.
Kürsüye yakın duran hocalardan birisi su uzattı, eliyle itiraz etti Mona Lisa.
“Yarım şişe suyum da kalmasın arkamda.” diyerek kontrolsüzce gülmeye başladı. Bir bölmeyi daha geçtim ben böylece. Ulaşamadığı dilekleri, idealleri vardı. Şimdiye dek onu herhangibirilikten çıkaracağına inandığı yolu bulamamış, öylece dışarıda kalakalmıştı. Zaten hangi yönde ilerlese, yol bitiyor, dünya tersine dönüyor yahut bacakları çalışmaz oluyordu.
Çaresizliğini gizlemek gibi masum ve içgüdüsel başlayan gülüşünün iyiden iyiye bir krize doğru yol aldığını sezdiğim an, en yüksek sesimle ona eşlik etmeye başladım. Saniyeler geçmeden amfideki herkes bize katıldı ve elbirliğiyle bir kahkaha tufanı yarattık. Tabi, dayanamayıp ağlama, sınıfı terk etme gibi yaralayıcı tavırlarda bulunanlar da oldu. Ancak bir grup vardı ki “Hocam sizi unutacağız, sözümüz sözdür.” diye bağırırcasına güldüler. Ben, yalnızca başlatıcıydım.
Nasıl işti bu? Sayısız yalancının, dolandırıcının hak iddia edebildiği yeryüzü tartışmasında böyle değerli bir hoca kendine yer bulamamıştı. Katillerin, vicdansızların özel parmaklıklı özgürlük alanları vardı. Onun ise sınırsızlıkla sınanarak kaybedilmiş ‘alan’ı. Ve parmaklıkların, bir şekilde de yaşamın dışında kalmıştı.
Makaleler, kitaplar yazmış, bir iz sanılacak takma adını altlarına çivilmişti. Yüzlerce insan tanımış, yüzlerce zihne dalmış, ayarları bozup çıkmıştı. Ama her şeyi ucundan tutarak yapmıştı, asla kavrayarak değil.
Kısa zaman sonra nefessiz kaldı. Göğsünün inip kalkışını, mikrofonu bırakan elinin yakasına gidişini izledim. Geriye doğru düşerken gözlerime son kapıyı açarak baktı.
Bilincini bana bırakmıştı. Kendisi bir kaos, çığlıklar, şok içinde kalan öğrenciler arasından geçirilip hastaneye götürüldü. Daha sonra onu ziyarete gittiğimde, görüşmek istemedi. Belki çok geç kalmama kızgındı, belki ömrünce görülmemişken şimdi bu duyguyu tatmak onu utandırmıştı. Kapılarca dipte saklananı bir ayna gibi ona yansıtmamdan korkmuştu.
O gün onu unutturmaya ant içtim. Hepiniz, tüm değerli misafirlerimiz onu unutma günümüze hoş geldiniz.
Mezarında yazan isme dokundum ve gözlerimi saatler boyu kapadım.
Kaleminize sağlık.
“Belki başka bir gözde takıldı da benimkinde düştü” cümlesinin özellikle altını çizmek istedim 📝👏🏻 Betimlemelerinize bayıldım👏🏻👏🏻👏🏻
Çok teşekkür ederim 🙂
Bu başkaydı… Gerçekten… 👏