![](https://www.incetezat.com/wp-content/uploads/2020/04/kayip-kelime-1.jpg)
Şeffaflık boyutunun ötesinde algı yolcusu. Çam ağacı ile ceviz ağacının tam ortasında sallandığı hamakta bebeğine sıkıca sarılmış uyuyordu kadın.
Bilinçaltında özgürlüğün yaşam şifresini arar gibi, fiziksel boyutun ötesinde olan sanrısı dört elementin magma tabakası çekirdeğin içine girmişti bedeni. Saydam alev tohumların hücrelerinde kum tanelerini sayar gibi astral matematiğin frekansına karışmıştı ruhu. Sarmal evrende örümcek ağına takılmış gibi evrenselliğin polimat yolcusu olmuştu.
Suların üzerinde hareket eden canlı bir kitabın apaçık bir şekilde çırılçıplak ipek çarşaf gibi okyanus kütüphanesini kapladığını gördüğünde; iğne boşluğu kadar boşluk bulamıyor, her canlının kök hücrelerine kadar iniyor, her gerçeğin saf halini metafizik boyuttan görüyor, algısında milim santim şaşmıyor, soğan zarı gibi kaynakların ince zar gibi yazılı saliseleri ayrı ayrı inceliyor ve en ufak toz tanesi bile dev gibi görünüyordu. Orada her şey kadına konuşuyordu.
Yedi kat perdeleri açılmış organik doğanın, içi dışı bir olmuş bakire toprakların ham maddelerini en ince ayrıntısına kadar inceliyordu. Her su damlası bir göz olmuş, suyun yüzeyinde her şey cam gibi anlaşılır bir şekilde yerin altında en derinlerde ağma gibi kayarak dolaşıyordu. Kayıp medeniyetlerin kaynaklarını algı yoluyla her şeyi okumak zorundaydı. Ensesinde olan gölgesi didik didik peşinden geliyordu. Başı sonu olmayan saydam kitabın kapakları bulutların sonuna kadar genişliyordu. Bilinçaltında bilinçsizliğin esiri olmuştu.
Yaşanılan dünyadan daha farklı bir boyutun ötesinde olan sanrısı, eski dünyada ölüm, yeni dünyada doğmak için mücadele veriyordu.
Yaşadığı girdabın hülyasında her şey değişmek üzereydi. Kırmızı evrenin tam ortasına geldiğinde, her iki evrende de olmayan çok farklı bir nokta bir ışık gördü. Nokta büyüdükçe içinden parlak bir kutu beliriyordu. Köşeleri olmayan kutu esnek bir şekilde açılıyordu. Kutunun içindeki ışık yavaş yavaş büyüyordu. Tarifi olmayan güzellikte olan bu ışık genişledikçe kadının gözleri kamaşıyordu. Elle dokunulmayan, gözle görülmeyen kırmızı evren, elle dokunulmayan gözle görülmeyen beyaz evren oluyordu. Tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi…
Kadın hiçbir şey göremez hale gelmişti. Büyüyen ışık gözünü kamaştırıyordu. Beyaz ışık büyüdükçe kırmızı evren kayboldu ve yerini beyaz evren kaplamıştı. Tam o anda kadının gölgesi suallerini bırakmış artık sanrısı peşinden gelmiyordu. Kadının bebeği annesinin rüyasının içindeydi ama annesi farkında değildi.
Bebek, ırmakların içinden akan ılık suların sınır ötesi gerçeğin farklı boyutlu kırmızı evrenin içinde buldu kendini. Bedensiz yaşamın köşkünde hiç insansız eşik gedik hayatın bekçisi olmayan lama evresi. Dar, bir o kadar da sonsuzluk arısı gibi rüyasında boyut ötesi girdabın ışığın hareketine girmişti minik bedeni. Doğmamış bir boyutun içerisinde beyaz evrenle tanışmanın yaşı yoktu. Sihirli kapının yönü kırmızı okyanusun içindeydi. Bebek annesinin tamamen göremediği beyaz evrendeydi. Nokta kadar olan minicik bir kutu, nokta kadar boşluk olmayan sonsuz ışık evreni olmuştu. Bebek rüyasında beyaz ışığın içindeydi. Eşi benzeri olmayan güzellikte olan ışığın içinde dünyalar güzeli bir kız vardı.
Bebek ışığın içindeki kızla konuşuyordu. Kutunun içinde yaşayan sihirli kız bebeği gördüğüne hiç bu kadar sevinmemişti. Kutunun içinde sihirli kız, her iki tarafın evrenini yağmur gibi anlatıyordu. Bebek bilgisayar çipi gibi ışık kızın söylediği her şeyi bir noktaya topluyordu. Orada her şey cam gibi parlak. Anne karnı gibi yumuşak. Bulutların sisi vücuduna yapışık ıslak kaygan, duru çapasında selvi ağacının mor yaprakları konaklama yeriydi.
Saydam şişli kuka ipliği sihirli mayasında yoğurt, liman teknesinde zeytin dalı sınırsız rüyanın sınırsız keten yorganı gibi. Dünyanın hem içinde hem dışında yaşar gibi bebek, rüyanın içinde farklı boyutun ötesinde gördüğü rüyanın farkında bile değildi. Yaşanılan dünyanın boyut ötesinde gizli bir hayat vardı. Boyut ötesi köprüsü kırmızı ile beyazın içindeydi. Gözünü açıp kapayıncaya kadar iki duygunun içinden kum saatinden akar gibi süzülerek yer çekimi bebeği dünyaya getirmişti. Hiç insansız yaşadıkları bu algı yolculuğunda annesini arayan bebeğin rüyasıda bitmişti.
Aynı anda aynı rüyanın içinde olan bebek ve annesi gördükleri rüyanın içinde birbirlerinden habersiz bir şekilde aynı algının şeffaflık boyutunun ötesindeydi. Bedensiz, doğmamış bir boyutun içinde zaman kavramı olmayan bilinç dışı yaşadıkları hayatları gerçeğin yaşam şifresi olmuştu.
Tam o anda gözleri açılan bebek annesinin kucağında sevinçli bir şekilde minik elleriyle annesinin burnuna dokunuyordu. Gökyüzüne doğru bakan kadın bir an nerede olduğunu anımsayamadı. Sağına soluna dönerek bir hayli uyuduğunu zannetti hamakta.
Güneş kaybolmak üzereydi. Ilık rüzgâr esintisi kadının terini kurutuyordu. Tenine yapışan elbisesini bir eliyle düzeltti. Birkaç adımla tel örgülü demir kapıdan içeriye girdi. Hava kararmak üzereydi. Köşkün açık pencerelerini örttü. Camların perdeliklerini kapattı. Mermer masanın üzerinde porselen kâsede ılıklanan mamayı metal kaşıkla bebeğine yedirdi. Eflatun pembe karışımı hoş odada pirinç karyolaya bebeğini yatırdı. Bütünüyle sanat kokan çalışma odasına geçti. Farklı türlerde olan sembol resimleri odanın üç duvarını kaplıyordu. Birçok eski kitapların inci gibi sıralı dizilişi kütüphanede çok gizemli görünüyordu. Karpuz abajurun ışığını yaktı. Yarım kalan son ezoterik bakire resmini tamamladı.
Köşkten ayrılıp şehirdeki küçük evine taşınalı çok uzun zaman geçmişti. Kızı küçükken birlikte söyledikleri şarkıyı kızı büyüyene kadar sıkça söylüyorlardı. Yalnız kızı sesli söylerken annesi her zamanki gibi burnundan mırıldanarak eşlik ediyordu. Annesi hafif kaşlarını havaya kaldırıp on parmağını nota yaparak iki elini eşit şekilde göbeğine doğru getirip teker teker parmaklarına konsantre olur, sanat nefesini bütün evrene yollardı. Umut çiçekleri şarkısının sonuna geldiğinde yıl biterken tekrar baştan yeni yıl için iki kere söylüyorlardı.
Sarışın kızı annesi gibi çok güzeldi. Güçlü karakterli, çakraları açık, aktif, çok sevecen, özgün bir genç kız olmuştu. Edebiyat düşkünü, psikoloji ağırlıklı mistik tarihin kutsal kitapları küçük yaşından beri fazlaca ilgisini çekiyordu. Birçok özel özelliğini annesinden almıştı ve annesi gibi ressam olmuştu.
Oturdukları evin yere kadar olam camlı pencereleri küçük evin içini kocaman ferah aydınlık gösteriyordu. Kızın annesi duvara toplanmış tülün camında nefesini buhar yapıp hayal kuruyordu yeni sanrısına. Duvarları yıkılmış eski dünyayla duvarları olmayan yeni dünyanın sevgi dolu hoşgörülü sevecen tarafını seçmişti. Uykuyla uykusuzluğun en derin matemini sırrı çözülemeyen algısında iki dünyası bir olmuş tek başına yaşıyordu. Aradan birçok yıllar geçmişti kadın iyice yaşlanmıştı.
Kadının kızı annesinin çalışma odasında çalışırken annesinin son tablosu dikkatini çekti. Kırmızı renkli tablonun önüne geçip iyice baktı. Duvarda asılan diğer tablolardan çok farklıydı. Kırmızıya boyanmış ince kıl gibi çizilmiş hücreler canlı gibi haraket eden kılcal damarlara benziyordu. Kan gibi görünen resimin dış görüntüsünden hiçbir şey anlaşılmıyordu. İnce detayları görmek için dört boyutlu gözlüğünü taktı. Kırmızının içinde minicik beyaz bir noktanın bir kutu olduğunu fark etti ve kırmızı evrenden beyaz evrene açılan sihirli kapı aklına gelmişti. Parlayan ışığın içinde sihirli kız bebeğin ilk süt dişini gördüğü anda beyaz evrenin geçiş kapısı açılmıştı. Sihirli kız bebeği beyaz evrene çekmişti. Kız o anda gördüğü rüyasını hatırladı.
Kadının bebeği altı aylıkken hamakta gördüğü rüyasını annesine anlattı. Annesi onu dinledi fakat sadece hatırladığı, eşini kaybettikten sonra kızını alıp çok uzaklara dedesinden kalan köşke yerleştiği ve orada kızını büyütüp şehre gelmesiydi. Kızı altı aylıkken köşkün bahçesinde hamakta sıkıca kızına sarılıp uykuya dalmasıydı. Kızına bir çok kahramanlı hikâyeler anlatan kadın bir anlattığı hikayeyi bir daha anlatmazdı. Bazen kızıyla beraber uçuyorlardı duygu düşünce yolculuğuna. Küçük kız her şeyi annesine anlattıktan sonra annesi onu dinledi ama küçük kızıyla birlikte başladığı rüyanın ne başını ne de sonunu hiç hatırlamıyordu. Küçük kız anlatmaya devam etti. Parlayan ışığın içinde güzeller güzeli bir kız vardı. Her şeyin ışık hali oradaydı. Küçük kızın gizli güçleri vardı. Elinde bir çift patik vardı dedi. Bir tekini bana verdi bak dedi patiği annesine gösterdi. Anlatmaya devam etti. Küçük kız evrenden dünyaya gelemiyordu. Sihirli bir anahtarı vardı ama onu içeriden dışarıya çıkmak için kendinde saklıyordu.
Annesi patiği görünce kızının rüyasına inandı ve kızına sordu:
“Kızım sen şimdi bu tek patiği ne yapacaksın?” Kızı sevinçle cevap verdi: “Anne bu patiği doğmuş ve doğmamış bütün çocuklara çiftini yapacağım.” dedi. Birlikte umut şarkısını söylediler.
Son hallerinde kızının yanında olmayı fazlaca istiyordu. Ona her fırsatta anlatmadığı yeni bir hikâye aklına geldiğinde hemen anlatırdı. Bir keresinde tülü çekilmiş penceresinin önünde duran karyolasının ortasına oturmuş elindeki uğur böceğiyle konuşuyordu. Baş parmağından başlayıp her parmağın tepesine çıkarken inene kadar farklı masal anlatıyordu. Yüzük parmağına geldiğinde kızı merakla annesinin küçük parmağına çıkan uğur böceğini takip ediyordu. Kadın başladı anlatmaya: “Ben bir rüya gördüm ama sen doğmamıştın. Ben hala rüya görüyorum ama sen yoksun benim yanımda. Ben daha doğmadım ama sen hala benim karnımda.” Kız hiçbir şey anlamıyordu. Kadın devam ediyordu. “Biz dünyada değiliz. Sen benim rüyamdasın bende senin rüyanda…” dedi ve tam o anda uğur böceği yok oldu. Yarım kalmıştı dinlediği hikâyesi birden şaşırdı, yoksa bende rüyada mıyım acaba, diye düşündü. Pencereden baktı. Evin camları yere kadar değildi. Kocaman köşkün içinde tek başına kalmıştı. Yoksa bu da rüya mıydı, dedi ama kendinden başka onu kimse duymuyordu.
Evet. Bu da rüyaydı. Doğmamış bir algının içinde, bir düşüncenin çam ağacı ile ceviz ağacının en derinlerinde yaşanmış saydam tohumların hücrelerinde, bilinçaltında gizemli köklerin yansımasıydı. Anne karnı içi gibi her canlının doğmamış ama ölmemiş haliydi. Her zaman var olan küçük parmağın, uğur böceğin son sözleriydi. Küçük kızın on notalı şarkıyı annesinden öğrenmesini sağlamıştı ama yaşanılan dünyada ne annesi ne de küçük kızı vardı. Algı yolculuğunda hiç görülmeyen gölgenin bedensiz bilinçdışı yaşamın yolculuğunu anlatıyordu.
Işık kız içeriden dışarıya çıkmak için tek anahtarını kullandı ve dünyaya geldi. Patiğin tekini bebeğin diğer ayağına giydirdi. Beyaz evrende görünmez bir şekilde çift patiği giyen bebek bir ışık olarak algı köşkünde sonsuza dek yaşadı. Annesiyle birlikte gördükleri rüyadan hiç uyanmadı. Yaşanılan dünyada ne doğdu ne de doğuruldu. Bilinir ama bilinmez evrende ölümsüzlüğün bilinçdışı özgürlüğün ilk ve son kapısı açılmıştı.
Ceviz ağacının altında dört bacaklı sandalyede oturan güzeller güzeli bir genç kız vardı. Gökyüzüne doğru bakarken göbeğinin üzerine bir ceviz düştü. Güneş kaybolmak üzereydi. Ilık rüzgâr esintisi kızıl sarısı saçlarını ipek gibi parlak gösteriyordu. Hava kararmak üzereydi. Kucağında olan cevizi bir eliyle alıp birkaç adımda köşkün kapısından içeriye girdi. Mermer masanın üzerinde duran son sayfasını bitirdiği kitabın bulutlara ulaşan saydam kapaklarını kapattı; “Tek Patik” adlı kitabı… Şeffaflık boyutunun ötesinde okyanus kütüphanesine bıraktı.
Sonay SALMAN
Hayat ile Hayal iki ayrı patiktir aslında. Birbirini aradıklarını zannetmekle geçer ilmekleri; bir bakarlar ki Sonay diye biri, Patik şiirine cevap verir Tek Patik öyküsüyle. Aynı güneşin altında yaşıyoruz derler ya, aslında aynı ilmekteyiz hepimiz.
İlmek ilmek işlediğiniz bu öyküde daha dün ilmeklemeye başladığım “patik” kelimesi çok kuvvet verdi parmaklarıma. Teşekkür ediyorum. Ve hemen ardından bu sadece patikle kalmadın, bunun daha “Baby Shower” ı var diyerek yeni ilmeklerinizi bekliyorum. Kaleminize, gönlünüze sağlık.